İnternetin Kısa Tarihi

Cansu Luna Karaboga
6 min readDec 18, 2020

Yıl 1957. Sovyet Rusya ilk insan yapımı uyduyu dünya yörüngesine yerleştirmeyi başarır. Uydunun pilleri sadece üç hafta dayanır. Sonraki iki ay boyunca sessizce dünyamızı tavaf eder ve atmosferden aşağı geri düşer. Sputnik 1 adlı bu uydu, 58 cmlik boyu ve kısa süren ömrü ile sizi pek etkilememiş olabilir fakat kelebek etkisine inananlar kemerlerini sıkı bağlasın.

Aynı yıllarda Soğuk Savaş tam gaz devam etmekte. Sovyet Rusya ve Amerika arasında müthiş bir nükleer gerilim var. Amerika olası bir nükleer saldıraya karşı tetikte ve Sovyet Rusya’nın Sputnik ile yapmış olduğu atılımdan oldukça rahatsız.

Sputnik 1'in fotoğrafi. 4 anteni olan metal bir küre.
Sputnik 1

Amerika 1949’dan başlayarak kendini radar çitleri ile çevreler. Olası bir nükleer saldırıyı önceden yakalayabilmek için. Fakat Sputnik 1 işleri bozmuştur. Artık uzaydan gelebilecek bir tehditte karşı da hazırlıklı olmaları gerekiyordur.

İpleri tekrar ellerine alabilmek ve Sovyet Rusya’nın önlerine geçmelerini engellemek için teknolojik atılımlar yapmaları şarttır. Bu doğrultuda 7 Şubat 1958’de, Amerikan Savunma Bakanı Neil McElroy’un 5105.15 Savunma Bakanlığı Direktifini imzalar. Ve ARPA (Araştırma Projeleri Ajansı) kurulmuş olur.

ARPA’nın başlıca amacı teknolojik atılımlarla ülkenin güvenliğini sağlamaktır. Bu misyonda ilerlerken: bireyler, özel işletmeler, eğitim, araştırma veya bilimsel kurumlarla sözleşme ve anlaşmalar yapma yetkisine de sahiptir.

ARPA çatısı altında sürdürülen projeler kurumlar arası iletişim, işbirliği ve bilgi paylaşımı gerektiriyordur. Zamanın bilgisayarları küçük birer daire boyutunda, ıssız adalar gibidirler. Birbirlerinden habersiz. Çalışmaların verimini arttırmak için ARPA projelerinde kullanılan bilgisayar güçlerini birleştirmek verimli olacaktır.

Tüm bunların yanı sıra 1950’lerin sonunda Amerika’nın başlıca iletişim metodu olan telefon ve telefon ağları stratejik atılmış bir nükleer bomba karşısında savunmasızdır. Zira böyle bir nükleer saldırı ülkedeki uzun mesafe iletişimini kesmeye yetebilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nin acilen nükleer saldırıdan etkilenmeyecek bir iletişim ağına ihtiyacı vardır.

1962 yılında psikolog ve bilgisayar bilimci J. C. R. Licklider ARPA çatısı altında oluşturulan yeni bir projenin başına getirilir. Liclider bir vizyonerdir. Tek başlarına işlem gören bilgisaylardan bir ağ kurmak ister. Bu ağ hem bilgisayar verimini arttıracak hem de güvenli bir iletişim modeli olabilecek potansiyele sahiptir. Bunu ilk veya tek isteyen kendi de değildir. Zira bilgisayar ağları 1950 lerin başından beri var olan bir konsepttir ve küçük çapta da olsa örenkleri vardır. Fakat Licklider’in ön gördüğü çok ama çok büyük bir ağdır. Ve bu ağın gerçekleşebilmesi için gereken teknoloji ve altyapı henüz yoktur.

Peki nedir bu bilgisayar ağı? Tarih yolculuğumuzda ufak bir mola verip İngilizcede network olarak, Türkçemizde ise ağ olarak bilinen sistemi inceleyelim. Bir bilgisayar ağı, birden fazla bilgisayarın kablo ve radyo dalgaları gibi teknolojiler ile birbirlerine bağlanıp, iletişim halinde olabilmesidir. Bu ağda illaki sadece bilgisayarlar da yoktur: akıllı telefonlarımız, yazıcılar, fax makineleri, akıllı televizyonlar da bu ağın bir parçası olabilirler. Ve bu ağ internet olmadan da var olabilir. Zira bildiğimiz anlamıyla internetin varlığı işte bu ağa dayanır. Ağ ve bilgisayarlar internetten eskidir. Zaten internetin kelime açılımına bakarsak ‘inter-networking’ yani ‘ağlar-arası’ nı buluruz. Örenkler ile açıklamak gerekirse bluetooth kulaklıkları ele alabiliriz. Bluetooth kulaklığınızı telefonunuza bağladığınızda ufak bir ağ oluşturmuş olursunuz. Artık telefonunuzda kayıtlı olan müzikleri o kulaklıktan dinleyebilirsiniz. Telefonunuz ve kulaklığınız iletişim halindedir. Sonra aynı telefonu usb kablosu ile bilgisayarınıza bağladığınızı düşünün. Bilgisayarınızda kayıtlı, fakat telefonunuzda olmayan bir müzik dosyasını telefonunuza atıyorsunuz. Ve işte bilgisayarınız ve telefonunuz da konuşmuş oldu. Şuan evdeki üç cihaz birbirine bağlı. Aynı mantıkla istediğiniz kadar bilgisayarı ve akıllı cihazı birbirine bağlayabilirsiniz. Zaten günümüzde de yaptığımız tam da budur. İnternet ufak ağların, orta boy ağlara, orta boy ağların büyük ağlara bağlanarak global bir ağ oluşturmasına dayanır.

Dönelim erken 1960'ların Amerikasına. O zamanlar A şehrindeki bir bilgisayardan B şehrindeki bilgisayara veri yollayabilmek için var olan tek teknoloji devre anahtarlaması idi. Ki aynı teknoloji analog telefonlarda da kullanılıyordu. Analog telefonlarda başarı yakalamış bu ağ bağlantısı teknolojisi bilgisayar ağlarında aynı performansı gösteremiyordu. Devre anahtarlaması elektronik verileri tek parça halinde gönderiyor ve aynı anda sadece tek bir alıcı ile iletişime geçebiliyordu. Ağ üzerinden gönderilen elektronik veriler sıklıkla kayboluyor, işlemin sıfırdan başlanması gerekiyordu. Yetersizdi.

Düşününki yıl 1960, İstanbul — Ankara arası iki bilgisayarı konuşturtmak istiyorsunuz. Kilometrelerce kablo çekip bunu başardınız. Fakat çileniz orada bitmiyor. Bu kablo hattının sürekli boş olması gerekiyor. Misal Ankaraya ikinci bir bilgisayar koydunuz. İstanbuldaki bilgisayar aynı anda ikisine veri gönderemez. Onca masraf edip çektiğiniz hat aynı anda sadece iki bilgisayarın konuşmasına imkan sağlıyor. Ankara’daki ikinci bilgisayar için ya bir hat daha çekiceksiniz ya da İstanbul ile sıra sıra konuşacaklar. Licklider’in devre anahtarlaması yöntemi ile büyük bir bilgisayar ağı kurabilmesi hiç akıl karı değildi.

Derken Licklider’in imdadına Paul Baran ve Donald Davies yetişirler. Paul Baran Polonya asıllı Musevi bir ailenin oğludur. Paul henüz iki yaşındayken ailesi savaştan kaçıp Amerika’ya yerleşir. Donald Davies ise Galler asıllı İngiliz bir bilim insanıdır ve Alan Turing (Enigma filmini izleyenler parmak kaldırsın) ile birlikte Ulusal Fizik Laboratuarında çalışmıştır. Kaderin cilvesi bu olsa gerek ya, okyanusun iki ucunda birbirlerinden ve yaptıkları çalışmalardan habersiz iki insan aynı anda paket anahtarlama yöntemini bulur.

Paket anahtarlamada elektronik veriler ufak parçalara bölünür. Bu parçalar sıraları ve hangi bölüğe ait oldukları karışmasın diye numaralandırılır. Böylece bilgisayarlar arası yegane tek bir hatta ihtiyaç kalmaz. Veri küçük parçalara bölünür, gerekirse her biri farklı hatlardan geçer, son noktaya geldiklerinde üzerlerindeki numaralar sayesinde tekrardan hizaya girerler. Bu sistem çok daha güvenilir, hızlı ve ucuzdur. Verilerin tek bir hatta ihtiyaç duymamasından ötürü nükleer saldırılara karşı da daha dayanıklıdır.

1967 yılında, Tennessee’de o yıl ilki düzenlenen bir sempozyum olur. İşletim Sistemleri İlkeleri Sempozyumu. ARPA’da çalışan bazı mühendislerde bu sempozyuma katılır. Ve işte orada Donald Davies ile tanışırlar. Artık insanlık bu gün kullandığımız İnternete bir adım daha yakındır.

Ve 1969’dan başlayarak California Üniversitesi’nin Los Angeles ve Santa Barbara kampüsleri, Stanford Araştırma Enstitüsü ve Utah Üniversitesi birbirlerine bağlanıp ARPA Network, kısaca ARPANET yani ARPA ağını kurarlar. ARPANET günümüz İnternetinin atasıdır. Ve bu ufak çaplı, ilkel internet Utah’ da olan Utah Üniversitesini bir kenara koyarsak, California’da kurulmuştur. Hani şu meşhur Silikon Vadisinin de olduğu yer. Silikon Vadisinin tesadüfen California’ da olduğunu düşünmüyordunuz herhalde.

Yine 1969’da California Üniversitesi’nin Los Angeles kampüsünden Stanford Araştırma Enstitüsü’ne ilk veri aktarımı yapılır. Los Angeles, Stanford’daki bilgisayara bağlanmak ister. Login yani “Giriş Yap” mesajı kısa ve basittir, ancak yine de yeni ARPA ağını çökertmeye yeter: Stanford’daki bilgisayar yalnızca notun ilk iki harfini alır.

ARPA ağı dört bilgisayar ile kalmaz. 1972 de Hawaii üniversitesinin bilgisayar ağı ve yine aynı yılda ilk defa Amerika Birleşik Devletlerinin dışından Londra’nın Univsity College ve Norveç’den Royal Radar Establishment ARPA ağına eklenir. Londra’dan eklenen ağ yabancı da değildir hani. Donald Davies’in katkıları sonucu, Amerika’daki gelişmelerden bağımsız kurulan ağdır.

ARPA AĞI 1972

Fakat ağın büyümesi ve globalleşmesi yeni problemleri beraberinde getirir. Ağın yönetimi güçleşmiştir. Dönemim bilgisayarları tıpkı bu gün olduğu gibi farklı özelliklere ve yazılımlara sahiplerdir. Yıllar geçtikçe bu problem TCP ve IP protokolleri ile çözülür. Vinton Cerf ve Robert Elliot Kahn’ın yıllarca üzerinde çalıştıkları TCP/IP sayesinde farklı ağlar kolayca birbirlerine bağlanabilir hale gelir ve merkezi ağ yönetimine gerek kalmaz.

Bu iki protokol ağlar arası iletişimin bel kemikleri gibidir ve internetin bu güne gelebilmesinde büyük rol oynamışlardır. TCP/IP protokolleri bürokratik bir sisteme benzer. Bilgisayarların nasıl birbirleri ile tanışıp konuşacaklarını belirleyen bir takım uyulması zorunlu kurallar gibi düşünebilirsiniz.

1977 itibari ile başlayan entegrasyon ve geliştirme çalışmaları 1983 de TCP/IP’nin ARPA ağının standartı haline gelmesi ile son bulur. 1985 yılında İnternet Mimarisi Kurulu, bilgisayar endüstrisinden 250 satıcı temsilciyi bir araya toplar ve üç günlük bir TCP / IP atölyesi düzenleyerek protokolü tanıtır. Dolayısıylada protokollerin ticari kullanımına yol açılır.

TCP/IP’nin oturması ile ARPA ağı hızla bu gün bildiğimiz internete dönüşmeye başlar. Dağınık ve izole halde duran ağlar teker teker birbirine bağlanır. Bilim insanları taş üzerine taş koyarak interneti geliştirir. Bilgisayarlar küçülür, evlere, sonra dizlerimizin üzerine, ondan sonra da avucumuzun içine sığacak hale gelirler. Bu gün 50 bilyon cihaz internete bağlı.

--

--